Özet
Avrupa Birliği kendisini basın özgürlüğü için bir emsal ve örnek alınacak bir küresel güç olarak tanımlıyor. Her ne kadar 28 üye ülkesi uluslararası basın özgürlüğü sıralamalarında en yukarılarda yer alsalar da, basın özgürlüğünü kısıtlayan belirli engeller mevcut ve yeni tehditler oluşmakta.
Gazetecilik üzerinde olumsuz etkileri olan iftira ve dine hakaret kanunları halen pek çok ülkenin kanun kitaplarında yer alıyor; geniş çaplı teknik takip uygulamaları gazetecilerin kaynaklarının gizliliğini tehdit ediyor; bilgiye erişim kısıtlı ve terörle mücadele önlemleri gazetecinin haklarını ve çalışma olanaklarını kısıtlayan yasal düzenlemelerin önünü açtı. Şiddet olayları ender görülüyor ancak gazeteciler İtalya ve Bulgaristan’da suç örgütlerinin hedefi oluyor, İspanya’da polis tarafından itilip kakılıyor ve Fransa’da aşırı dinciler eliyle katlediliyorlar.
AB’nin bu tehditlere müdahaledeki başarısızlığı sadece üye ülkelerin gazetecilerini etkilemiyor, otoriter ülkelere kendi baskıcı politikaları için hazır bahaneler sunarak AB’nin sınırları dışında da basın özgürlüğünü savunma kapasitesini düşürüyor. Uluslararası Af Örgütü Belçika Yöneticisi Philippe Hensmans’ın CPJ’e dediği gibi: “AB kendisi hatalı hareket ederken nasıl Türkiye’den Çin’e kadar diğer devletleri basın özgürlüğü sicillerini iyileştirme yönünde ikna etmeyi umuyor?”
Bu rapor için CPJ’e konuşan gazeteciler ve basın özgürlüğü savunucuları AB’nin önceliğinin üyelerinin AB politikasının bağlı kalması gereken ilkeler ve standartları içeren Temel Haklar Bildirgesi’ne uymalarını sağlamak olduğunu söylediler. Bu rapor onların endişelerini yansıtıyor ve AB’nin üye ülkelerden hesap sormayarak basın özgürlüğünü zorla ve sürekli şekilde korumakta başarısız olduğu örnekleri mercek altına alıyor.
AB’nin kuruluş prensiplerine dair taahhütleri bazı üye ülkelerin kendi demokratik taahhütlerinden çark etmeleriyle zarar gördü. Örneğin, CPJ tarafından belgelendiğine göre: başbakan Viktor Orbán yönetimindeki Macaristan’da devlet medyası hükumetin sözcülerine dönüştürüldü, devlet tarafından verilen reklamlar dostları ödüllendirmek ve muhalifleri cezalandırmak için kullanıldı, bağımsız gazeteciler marjinalleştirildi ve Bilgi Edinme Kanunu’na gazetecilerin yolsuzluk iddialarını araştırmalarını zorlaştıracak sınırlamalar getirildi. Orbán’ın bu meydan okuması gazetecilere ve temel AB ilkelerine karşı doğrudan bir saldırı olarak görüldüyse de kararlı bir karşılık verilmedi. Kısıtlı antlaşma ihlali ihlalleri ve parlamento kararları dışında AB işi savsakladı. Portekiz Yeşiller Partisi’nin eski parlamenteri ve Macaristan üzerine 2013 tarihli bir raporun yazarı Rui Tavares bu sene özgürlükçü olmayan demokrasiler üzerine bir konferansta konuşurken: “AB’nin kemer sıkma programlarında olduğu kadar temel haklar konusunda da yaratıcı olmasını isterdim” dedi.
Egemenliklerini korumaya kararlı üye ülkelerden baskı gören AB, sorumluluklarını yerine getirmeyen üye ülkeleri cezalandırması gereken ve Macaristan’daki durumun daha da kötüleşmesini önleyebilecek hukukun üstünlüğü mekanizmasını çalıştırmakta başarısız oldu. Miklos Haraszti CPJ’e: “Viktor Orbán’ın giderek daha özgürlük karşıtı olan yönetimi kendi başına Avrupa demokratik değerlerinin bir inkarıdır” dedi. Macar Akademisyen ve eski AGİT Medya Özgürlüğü Temsilcisi, AB’nin Macaristan’a karşı sabrını “şaşırtıcı” bulduğunu söyledi.
AB’nin başlıca kurumları – Avrupa Komisyonu, Avrupa Devlet ve Hükûmet Başkanları Konseyi, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Adalet Divanı – basın özgürlüğü ihlallerini ele almada yetersiz görünüyorlar. Ulusal düzeydeki iftira kanunlarını feshedemiyor veya gazetecilerin kaynaklarını koruyamıyorlar. Bunun yerine, basın özgürlüğünü savunmak için harekete geçilmesini zorlamak sıklıkla üye ülkelere ya da Avrupa Konseyi veya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi Avrupa’nın devletler arası işleyen kurumlarına kalıyor.
Ancak, AB’nin kamu hizmeti yayıncılığı, dijital gündem, ticari sırlar veya ırkçılık ve yabancı düşmanlığı gibi örneklendirilebilecek alanlarda direktif verme gücü hangi koşullar altında çalışacaklarını belirleyerek gazeteciler üzerinde doğrudan bir etkiye sahip. Bu, üye ülkeleri terörle mücadele önlemleri ve araştırma kurumları ve akademik kurumların fonlanması benzeri konularda koordine etmekteki rolü ile benzer. Avrupa Gazete Yayımcıları Derneği İdari Müdürü Françine Cunningham’ın CPJ’e söylediğine göre bu etki “AB’nin yaptığı her şeyin gazetecilik ve medya özgürlüğü üzerinde bir etkisi olabileceği” anlamına geliyor. Ve gazeteciler sürekli dikkatli olmak durumundalar ki, gazetecilerin şirketlere dair neleri açığa çıkarabileceklerini tanımlayan ticari sırlar yönetmeliği teklifi gibi inisiyatifler haber verme özgürlüklerini tehlikeye atmasın.
Dağlar kadar bilgi üretebilmelerine ve etkileyici bir iletişim mekanizmasını idame etmeklerine karşın AB kurumları şeffaflık adına örnek tescil etmiyorlar. Etik Gazetecilik Ağı Müdürü Aidan White’ın CPJ’e AB’nin “20 yıl öncesine göre daha az kapalı” olduğunu söylemesine karşın, gazetecilerin gözlemci görevlerini yerine getirmesini sağlayacak kilit önemdeki belgeler ve toplantılara erişim aşırı düzeyde kısıtlı. Le Monde muhabiri Jean-Pierre Stroobants “resmi söyleme aykırı düşecek bilgi veya belgeler istediğinizde kapılar kapanıyor ve sözcüler size gerçekten yardım etmiyorlar” diye şikayet etti. Usulsüzlükleri açığa çıkaranlar için koruma ve destek de zayıf kabul ediliyor. Dokuz AB kurumundan sadece ikisi usulsüzlükleri açığa çıkaranlar için gerekli iç yönetmelikleri yürürlüğe soktular ve üye ülkeler arasında bu politikaya dair birlik olmaması bu alandaki AB çabalarına köstek oldu.
Gelecekte üye olabilecek ülkelerle pazarlık ederken AB basın özgürlüğünü zaruri sayıyor gibir görünüyor. Avrupa Parlamento’sunun Türkiye raportörü Kati Piri CPJ’e: “Daha önceki üyeliğe kabul süreçlerinden şunu öğrendik, AB’nin hukukun üstünlüğü ve özgürlüklere daha çok vurgu yapması gerekiyor.” AB’nin elinin en güçlü olduğu zaman bu müzakerelerin yapıldığı süreç ve aday bir ülkeden anlamlı değişikler istemek; mesela ceza kanunlarında değişiklik istemek, mümkün. Türkiye veya Sırbistan gibi baskıcı bir ortamda çalışabilmek için çaba harcayan gazeteciler için bu gücün kullanımı hayati anlamda önemli destek sağlayabilir. Bu müzakereler sırasında basın özgürlüğü sadece kendi başına bir ilke olarak değil; ülkenin yolsuzlukla mücadele veya baskıcı kanunlarda reform gibi gelecekteki bir AB üyesi olarak istikrarı için mutlaka gerekli hedeflere ulaşabilmesinde bir araç olarak da görülüyor. Ancak şu risk hala mevcut: AB eninde sonunda siyasi münasebetler veya ekonomik ve stratejik çıkarlar uğruna pasın özgürlüğünü bir kenara bırakıyor.
AB’nin basın özgürlüğü diplomasisi, uluslararası eylemlerin AB’nin kuruluş prensiplerince yönlendirilmesi gerektiğini belirten anlaşma maddelerine dayalı. Bu prensipleri – demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları – yaymak için AB’nin elinin altında çeşitli enstrümanlar ve politikalar var. AB uluslararası arenalarda olumlu roller üstlendi: Birleşmiş Milletler’in Gazeteci Güvenliği ve Cezasızlık Meselesi üzerine hareket planını destekledi, dini aşağılama konusunda bir BM tasarısına karşı durdu ve genellikle baskıcı devletler tarafından savunulan İnternet’i BM denetimine alma çabalarını boşa çıkardı. AB’nin insan haklarını, dolayısıyla basın özgürlüğünü de, antlaşmaların ayrılmaz bir parçası olarak yerleştirmeye yönelik çok sayıda ittifakı bulunuyor.
Ancak inatçı reelpolitik mağrur retorik karşısında genelde galip geliyor. Belçika’daki Leuven Küresel Yönetim Araştırmaları Merkezi’nin Eylül 2014 tarihli incelemesine göre insan hakları politikalarının denetlenmesi ve uygulanması sıklıkla değişken ve bu da çifte standart uygulamalarına neden olabiliyor. CPJ’e konuşan basın özgürlüğü ve insan hakları aktivistleri, AB’nin önemli ticaret ortakları veya stratejik müttefikleri söz konusu iken tutarsız olduğunu söylediler. Bu yaklaşım Çin’in yaptıkları için Burundi gibi stratejik önemi az ülkelerden çok da az kınama ile karşılaşmasına yol açıyor. Mesela, AB Azerbaycan ile daha yakın ekonomik ve siyasi ilişkiler kurmak istediğini açıkladı. Ancak CPJ bulgularına göre bu önemli enerji tedarikçisi gazetecileri ve insan hakları aktivistlerini hapsediyor.
İnsan hakları tüm politikalarının temelini oluşturacak şekilde yerleşmiş olsa dahi, AB’nin harekete geçme kabiliyeti üye ülkelerin Brüksel’e ne kadar ödün vereceğiyle sınırlı. “AB’nin güçleri atfedilmiş güçler; bir diğer deyişle, üye ülkelerin AB’ye vermeyi seçtiği güçler” diyen AB Ombudsmanı ve İrlandalı eski gazeteci Emily O’Reily İrlanda’da hukukçulara hitaben yaptığı konuşmasına şöyle devam etti: “[Üye ülkeler] genellikle ülkelerüstü yapılara etkili güçler atfetmek konusunda isteksizler; özellikle de bu tip bir kontrol kendi hareketlerini veya hayati çıkarlarını etkileyecekse.”
Bu hukuki ve siyasi tartışmalar üye ülkeler için meşru endişeler olmalarına karşın , AB’nin basın özgürlüğü taahhüdünün zayıflaması için bahane olarak kullanılamazlar. AB’nin uzun vadede varlığını sürüdürebilmesi temel kuruluş ilkelerini sıkıca savunmaya dayanıyor. Küresel ölçüdeki etkisinin geleceği büyük ölçüde güvenilirliği ve tutarlılığı ile belirlenecek; sadece üye ülkelerdeki yanlışları düzeltmekle değil, prensiplere dayalı ve çifte standarttan uzak bir basın özgürlüğü diplomasisiyle. İnsan hakları uzmanı Andrea Subhan’ın CPJ’e dediği gibi: “AB insan hakları ve basın özgürlüğünü sadece tali bir konu veya bir yumuşak güç enstrümanı olarak değil, AB’nin ilkelerini korumasına yarım etmekle kalmayıp sınırlarının dışında da uç menfaatlerini koruyan stratejik bir değer olarak görmeli.”
AB ve üye ülkelerin atabilecekleri adımlar bu raporun CPJ’in önerileri bölümünde mevcut. Bu çağrılar arasında AB’ye basın özgürlüğü taahhüdünü sergilemesi için, üye ülkeler temel haklar sözleşmesindeki taahhütleri ihlal ettiklerinde oy haklarının askıya alınması gibi güçlerini kullanması da var. AB üye adayı ülkeler kadar üye olan ülkelerin de bilgiye erişim hakkı tanıma ve hem özgür hem güçlü bir basının varlığı gibi sorumluluklarından kaçmamalarını sağlamalı.
AB tüm kurumları ve üye ülkeler kapsamında belge ve bilgilere erişimi daha iyi düzeylere getirerek açık ve şeffaf bir bütün olma taahhüdünü ortaya koyabilir ve güçlü şifrelemeyi destekleyerek gazetecilere ve haber kaynaklarına daha çok güvenlik sunabilir. AB üyesi ülkeler de kurucu ilkelere kendi taahhütlerini ortaya koymak için iftira, karalama ve dine hakareti düzenleyen kanunlarını kaldırabilir; nefret söylemi ve aşırılık karşıtı kanunlarının eleştirel haberciliğe engel olmamasını sağlayabilirler.